Düğün aşkı öldürüyor mu?
Senin ailen, benim ailem…
Sizinkiler şunu yaptı, benimkiler bunu taktı…
Ben çok yoruldum, sen ne yaptın?
Tüm bu diyologlar evlilik öncesinde eş adaylarının sıkça yaşadığı durumu hatırlatıyor değil mi? Tartışmalar nikah ya da düğünden önce başlıyor ve evlilik boyunca ısıtılıp ısıtılıp aşk sofrasına getiriliyor. Büyük bir mutlulukla kurulmaya heves edilen yuvalar hasar görüyor.
Mutlu olmak ve bir hayatı paylaşmak üzere bir araya gelmeye hazırlanan çiftler söz konusu nikah ya da düğün olunca bambaşka bir kişiliğe bürünebiliyor. İstekler ve beklentiler arttıkça çiftlerin içinden adeta ikinci bir kişilik çıkıyor ve birbirlerini tanıyamaz hale geliyorlar.
Bu sorunun nedenlerini hiç düşündünüz mü?
1) Çevre baskısı
Evlilik toplum tarafından fazlaca abartılan, taraflara aşırı sorumluluk ve yükler bindiren, gereklilikleri yapılmazsa eksiklik hissettiren bir kurum olarak algılanıyor. Öyle ki iki kişi arasında yaşanması gereken bu sevgi olayı çevre için yaşanacak bir zorunluluklar zincirine dönüşüyor.
2) Hayatın değişmesinin yarattığı endişe
İnsanlar her ne kadar aşık oldukları kişiyle nikah masasına seve seve otursa da evlilik iyisiyle kötüsüyle yepyeni bir dönem ve yaşam alışkanlıklarının değişmesi demek. Birlikte yediğiniz yemekten gittiğiniz hafta sonu eğlencelerine kadar hiçbir şey bekarlık dönemi gibi olmuyor. Bir yetişkin olarak çift olmanın sorumluluğunun alınması gerekiyor. İşte bu yeni hayata adapte olabilmek için yaşanan stres ve korku nikah öncesi hissediliyor.
3) Ekonomik nedenler
Yuva kurmanın maliyetinin yüksek oluşu bir diğer önemli neden. Özellikle maddi olanaksızlıklar içinde bir araya gelen çiftler için. Takı takma veya hediye verme geleneği her iki tarafı da zorlayabiliyor.
4) Ailelerin müdahaleleri
Anne babalar çocukları için her şeyin kusursuz olmasını istiyor fakat ne yazık ki yaşamın içinde kusursuzluk diye bir şey yok. Çocuklarının değerini nikah öncesi alınan verilenle biçme hatasına düşen aileler, ayrıca geçmiş alışkanlıklarından kopamayarak onların yuvadan uçtuğu gerçeğini kabullenemeyebiliyorlar. Dolayısıyla çocuklarına fazla müdahale ediyorlar. Bu durum karşı tarafta huzursuzluğa neden olabiliyor.
Çözüm için, “kim istemez mutlu olmayı ama mutsuzluğa da var mısın?” diyen Cemal Süreya gibi mutsuzluğa göğüs gerip mutluluğa yol açmak gerekiyor belki de.